parallax background

İçe Dönük, Hayata Açık

Salgın Hastalıklar Ve Öğrenme Korkusu
Nisan 2, 2020
Kokusuz Günlerimiz
Mayıs 15, 2020
 

Korona salgınından dolayı karantina günlerimiz sürüyor. Bu tecrit süreciyle birlikte “ben” ve “biz” kavramlarımızı, ailemizi, çalışma düzenimizi, bağımlılıklarımızı tekrar gözden geçirmek ve değerlendirmek durumunda kaldığımız tartışılmaz bir gerçek. Peki ya dünyanın ekonomik ve sosyokültürel dengesini bu kadar değiştiren bir salgının olumlu yönde etkilediği psikolojik “bozukluklar” var mı? Dış dünya engellerine içine kapanarak tepki göstermeyi bilen, dostları arasında “asosyal”, “depresif” olarak adlandırılan kimselere ne oldu dersiniz? Kendi psikolojik yapılarıyla daha uyumlu bir döneme girmiş olabilirler mi?

Öncelikle dış dünya baskılarında içlerine kapananların yapıları hakkında “Yer Altından Notlar” dan bir pasaj ile örnek vereyim:

“Fakat buna da alışıyordum yavaş yavaş. Zaten ben her şeye alışırım…Neyse ki her şeyi hoş görmemi sağlayan bir çıkış yolum vardı: Hayalimde de olsa güzel ve yüce şeylere sığınmak! köşeme çekilir… delicesine hayal kurardım…”

Malumunuz günümüz toplum değerleri insana sosyal olmayı tavsiye eder ve hatta dayatır da. Oysa kimimizin ruhu biraz da Cemal Süreyya’nınki gibidir:

“Biliyorsun ben hangi şehirdeysem Yalnızlığın başkenti orası”

İçe dönük mizacı olan insanlar kendilerini biz maneviyatçıyız diye tanıtmaz, kişisel gelişimciyiz, hacıyız, guruyuz diye ortalığa sunmazlar. Çok düşmüş, çok da kalkmışlardır nice belirsiz zamanlar boyunca. Hafta sonu planlarını, bayramları, kalabalıkları sevmeyebilirler. Yaşamlarının muhtelif kesitlerindeki belirsizlikleri (şiddet, annesizlik, duygusal bakımsızlık vb.) anlamaya çalışan insanlardır. Sizce şimdi zannedilenin aksine bu insanlar karantina belirsizliğinde psikolojik bozukluk yaşarlar mı? Tecrit hali, sosyal olmak dışında bir varoluş biçimi yaşamamış olanların cinnetidir. Bu insanlara Ahmet Telli’ nin şiirinden bir nasihat aktaralım:

“Acının çentiklerine dönüyorsa günler hesabı tutulsun diyedir biraz da”

Sosyal rekabetçiliğin baskılarının -geçici bir süre- üzerimizden kalkmasıyla topluma göre “asosyal,” “depresif,” “obsesif” denilen, çekingen mizaca sahip kimseler paradoksal bir şekilde yaşadığımız felaketle birlikte kendi yapılarıyla daha uyumlandıkları bir döneme girdi.  

Temizlik standartlarımız mecburi değişime uğradı. Toplum gözünde “obsesif” teşhisi ile yaftalananlar, tüm dünyanın, kendi detaycı temizlik düzeyine gelmesinden gizli bir rahatlama duyuyorlar belki de. Elbette kimsenin ölmesini istemezler ama bir yandan da mecburiyet haline gelen detaycılığın bu kadar yayılarak toplumsal bir temizlik normu olacağını kim tahmin edebilirdi ki!

Peki ya başarısızlık kaygısı yaşayanlar, onlar nasıl? Sosyal çevremizde “süper insanlar” kalmadığından onların da kendileriyle daha memnun olabilmeleri söz konusu oldu. Salgın öncesinde, birbirimizin fikrini tasdik ettiğimiz cümleler bile şöyle onaylanıyordu ya: “Aaa süpermiş!” Kısacası “süper insanların” soyut bir gerçeküstü mükemmelliğine maruz kalıyorduk. Soyut insan konusunda bakınız Dostoyevski ne diyor:

“Bize insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. “Soyut insan” diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü doğmuş kişileriz…”

Yani şu insansızlık döneminde, ötekinin başarısıyla fazla meşgul olarak kendimize küsmüyor, liderlik veya güzel konuşma becerilerimiz eksik diye üzülmüyoruz. Başarılarını kıskanacağımız kimseler yok ortalarda. Yapamayacaklarımız hakkında “aslında ben âlâsını yaparım ama tarzım değil” riyakarlığı ile ruhumuzu da kirletmiyoruz. Mecburi itikaftayız ve hayatımızda ilk kez daha gerçek ve somut olmaya doğru itiliyoruz.

İtikaf demişken çocukluklarını adeta bir inziva süreci gibi yalnızlık içerisinde belirsizlik halinde geçirmiş olanlar, bu karantina ne zaman bitecek diye sormuyorlar elbet; şu anda her zamanki içsel döngülerini yaşıyorlar, tek farkla, tüm dünya onlara uyuyor bu sefer. Belki bu garip çelişki ile beğenmedikleri bir huzur içlerini kaplıyordur. Elbette bu içsel huzurlarını da kınayarak dünyanın kendi düzenine dönmesini diliyorlar. Hayatın sadece var eden tarafıyla değil, kısıtlayan, yok eden tarafıyla da etkileşimde olanlar daha idmanlı girdiler bu karantina günlerine. Adnan Yücel’ in dizeleriyle:

“ey bir elinde mezarcılar yaratan, bir elinde ebeler koşturan doğa”

Hayatın doğurganlığının ve bereketinin yanı sıra, kısıtlayıcılığının da farkına varmak dönemi başladı; biz ölümlüler için.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir